|
|
 |
[ Ana Sayfa ] - [ WallPaper ] - [ KADRO ] - [ Anti-FB Resimler ] - [ Avatar ]
 |
Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk'ü "bir takım taraftarı" yapmak çabaları,
tarihin gerçekleri karşısında her zaman hüsrana uğruyor.Ulusların yaşamında çok
az sayıda kişi önder niteliğini kazanmış ve tüm ulusa mal olmuştur. Bu
nitelikteki kişilerin kayıtlı belgeler olmadan sözel tanıklıklara dayanarak
birtakım alanlarda tüm ulusun aidiyetinden koparılıp bazı camialara mal edilmesi
yanlış bir tutumdur. Bu kişiler tarihsel özellikleriyle, kişiler, topluluklar,
gruplar ve camialar üstüdür. Bunun tersini savunmak kişi ve camialara bir
öncelik kazandırmayacağı gibi, toplumsal boyutta da onarılmaz yaralar açar.
Bunun bilincinde olan gerçek önderler de, toplumun tümünü kucaklamayan ve
kurucusu olmadıkları ya da arasında yer almadıkları oluşumlara katılma konusunda
büyük hassasiyet gösterirler. Mustafa Kemal Atatürk bu özeni göstermemiz gereken
kişilerin başında gelir.
Atatürk'ün Galatasaray camiasıyla olan
ilişkisi, Galatasaray Lisesi'ni 2 Aralık 1930, 28 Ocak 1932 ve 1 Temmuz 1933
tarihlerindeki ziyaretleriyle somutlaşmıştır. Çok yakın bir tarihte yitirdiğimiz
ve bugün örneğine pek rastlanmayan "dinozor" gazeteci Metin Toker' in sözleriyle
"Hiçbir lise Atatürk'ten böyle bir ilgi görmemiştir...Galatasaray,
sadece 'Türkiye'nin' Batı' ya açılan penceresi' değil, Atatürk devrimlerinin en
önemlilerinden, belki de en önemlisi laisizmin kilometre taşlarından biri
olmuştur.
Nasıl Harp Akademisi, Harbiye ve Mülkiye sıradan eğitim
müesseseleri sayılmazsa Galatasaray da sıradan bir lise
sayılamaz."
Evrensel bir sevgi
Galatasaray camiasının
Atatürk'e karşı duyduğu sevginin evrenselliği 956 okul numaralı Celalettin Som'
un satırlarında çarpıcı bir biçimde dile gelir:
"Galatasaray Lisesi 7.
sınıftaydım. Sınıf, müdür merdiveni karşısında, ön avluya bakan, müdür odasından
sonraki ilk sınıftı. Beyoğlu Caddesi'nin bütün gürültüsü duyulurdu. İlk dersimiz
Fransızcaydı. Hocamız Monsieur M. Journé anlatıyordu...Birden bütün sesler
sustu...Koyu sessizlikte mektebin önünde virajı alan tramvayın acı çığlık sesine
benzeyen demir tekerleklerin raylara sürtünmesinden çıkan ses kulaklarımızda
çınladı...M. Journé ders anlatmayı kesmiş, başını elleri arasına almış
ağlıyordu!..Tarih 10 Kasım 1938 saat 9'u 5 geçiyordu...ATATÜRK vefat etmişti."
İşte o günlerde evrensel ve toplumlar üstü bir devlet adamına karşı duyulan
evrensel sevgi budur.
Galatasaray Lisesi'ni İlk Ziyareti
1930 yılında
dünyanın ve Türkiye'nin, siyasal ve toplumsal konjonktürü oldukça hareketlidir.
Atatürk 18 Kasım'da bir yurt gezisine çıkar ve İstanbul'a döndükten sonra bazı
okulları ziyaret ve teftiş eder. Devletin resmi yayın organı Ayın Tarihi
mecmuası bu olayı şöyle anlatır (cilt 23-24, sayı 79-81, sayfa 6630-6631):
"3.12.1930; Reisicumhur Gazi Hz. saat ikide otomobille saraydan hareket
ederek sıra ile Harp Akademisi, Mülkiye ve Harbiye Mekteplerini...buradan
Galatasaray Lisesi'ni teşrif ettiler.(...) Galatasaray Lisesi'nde kütüphanenin
hatıra defterini imzaladılar. Daha sonra müdür odasında bir müddet oturarak
mektebin vaziyeti umumiyesi ve talebenin durumu hakkında konuştular. İmla, resim
ve lisan derslerinde bulundular, mektep müdüründen uzun uzadıya izahat
aldılar..."
Şimdi devlet arşivlerinden edinilen bu kuru ve nesnel
bilgilerin yanına çağdaş yazınımızın öykücülüğünün ve tiyatro yazarlığının bir
klasiği olan, benzersiz kurgu işçiliğinin yanı sıra edebiyatımıza 'humour'
denilen ince alayı ve gözlem gücünü de kazandıran ve bir Galatasaraylı olan
ustanın kalemine, Haldun Taner'in gözlemlerine başvuralım ve bu ziyareti bir kez
de onun anlatısından dinleyelim:
Şarklıların Efsaneye Düşkünlüğü
"Ya sekizde ya dokuzda
idik. Demek ki otuz, otuz bire rastlıyor. Mektepte bir telaş, bir kıyamet. Taş
tablolar boyanıyor, yıkık yerler sıvanıyor. Meğer Gazi Paşa gelecekmiş. İdare
her sınıfa Afet Hanımın, baskısı henüz bitmemiş Yurt Bilgisi kitabından üçer
nüsha dağıttı. Talebeler kımlanıyor: 'Ah bir bizim sınıfa girse.' Hocalar başka
gûna: 'Allah vere bizimkine girmese.' (...) Atatürk'e bakıyorum, resimlerinde
sık sık gördüğümüz pozlarından birinde: Sol elinin iki parmağını üst yelek
cebine takmış, başı hafif öne eğik, çatık kaşları ve o meşhur bakışıyla gözünün
üstünden müdüre bakarak anlattıklarını dinliyor. Biz Şarklılar neden ille her
şeyi büyütüp efsaneleştiririz. Aklı başında insanlardan duymuştum: 'Bakılamıyor
efendim,' diyorlardı. 'İmkânı yok gözlerine bakılamıyor. Çenesine kadar hadi
neyse ne ama, başınızı daha yukarı kaldırdınız mı, gözleriniz iki kuvvetli
projektörle karşılaşmış gibi kamaşıyor, çarpılıp sersemliyor, bir şeyler
oluyorsunuz.' Ben bunu duydum ya, şimdi korkudan başımı kaldırıp da yüzüne
bakamıyorum. Bütün görebildiğim: Saatinin kösteği, yeleği, sol elinin yelek
cebine dalmış iki parmağı, kolalı devrik yakası, hadi bilemediniz biraz da
çenesinin ucu...Hepsi bu kadar. Ama çocukluk işte, şeytan dürttü. Ya herrü ya
merrü deyip birden daha yukarı bakıverdim. A, ne kamaşma ne çarpılma, işte
pekala bakılabiliyordu. Hatta müdür de bakabiliyordu. Hoca da
bakabiliyordu.
Bu Gözlerden Hiçbir Şey Kaçmaz
Gerçi
projektör, şimşek filan edebiyat ama, şunu söylemeli ki, bu bakış pek öyle
herkesin bakışına da benzemiyordu. Bu gözler bir yere bakıyor ama baktığı şeyden
çok daha gerileri çok daha derinleri görüyor gibi idiler. O gün, orada, onun
karşısında çocuk kafamın koyduğu ilk teşhis şu oldu: Bu gözlerden hiçbir şey
kaçmaz arkadaşlar. Bu adam kandırılamaz, aldatılamaz. Bu adam mugalataya, laf
cambazlığına pabuç bırakmaz. Bu adam, bilmek için öğrenmiş olmaya ihtiyacı
olmayan, bildiğini bilen, bilmediğini de şıp diye sezen bambaşka bir
insandır(...) Atatürk mektepten ayrılmak üzere iken paydos trampeti çaldığından
hepimiz bahçeye boşandık. Rahmetli, maiyetindeki mutat zevata bir şeyler
söyledikten sonra talebe kalabalığının ortasına dalıverdi. O, tek başına,
ortamızda, maiyetindeki zevat ise geride, çok geride, mektebin iki kanadı da
açılmış cümle kapısına doğru yürümeğe başladık. Atatürk, yüzünü daha iyi
görebilmek için yengeç gibi yampiri yampiri hatta gerisin geri yürüyen bir sürü
çocuğun arasında, iki eli ceketinin iki yan cebinde, gururlu ve gülümser
ilerliyordu. Büyük kapının önüne binlerce meraklı birikmişti. El ele vermiş
polisler kaldırımlardan taşan halk kitlesini zor zaptediyorlardı. Karşı
apartmanların her bir penceresinde ben diyeyim, on, siz deyin yirmi baş. Atatürk
görününce bir alkış koptu. Aklımıza gelmiş gibi biz de onlara uyduk. Atatürk bu
alkışlar arasında otomobiline bindi (...) Akşam, etütte yoklama yapılınca, o
kargaşalıkta iki açıkgöz arkadaşımızın neharilere karışıp mektepten kaçtıkları
anlaşıldı. Geçmiş zaman, kendilerine idarece bir ceza verildi mi idi, pek
hatırlamıyorum. Galiba, bu tarihi günün yüzüsuyu hürmetine, Beyoğlu'nda sürtüp
durdukları yanlarına kâr kaldı idi. E, artık o kadar da olmasın
mı?"
İkinci Ziyaret
Mustafa Kemal, 28 Ocak 1932 Perşembe
günü Beyoğlu'nda otomobille çıktığı bir gezinti sırasında saat 16'da Galatasaray
Lisesi'ni ikinci kez ziyaret ederek onurlandırmıştır. Lisedeki tarihi Tevfik
Fikret salonunda verilen bir müsamereyi izlemiş ve oyunda rol alan öğrencilere
övgüler yöneltmiştir. Niyazi Ahmet Banoğlu'nun "Atatürk'ün İstanbul'daki Hayatı"
adlı yapıtında bu ziyaret hakkında bilgi verilmektedir.
Üçüncü
Ziyaret
Atatürk'ün Galatasaray Lisesi'ne üçüncü gelişinin tarihi 1
Temmuz 1933'tür. Gazi bu gelişinde öğrencilerin Tarih-Coğrafya-Yurt Bilgisi
grubundan geçirdikleri orta mektep bakalorya sınavlarına bizzat katılmış ve
çeşitli sorular sormuştur. Maiyetiyle (Riyaseticümhur Katibi Hikmet (Bayur),
Başyaver Celal, Yaver Şükrü ve Cevdet Beyler ve Muallim Afet Hanım) Lise' ye
gelen Atatürk talebenin alkışları arasında Müdürlük odasına çıkmış, burada müdür
Tevfik Bey ve öğretmenlerle okul hakkında görüştükten sonra doğruca imtahan
odasına girmiştir.
İlhan E. Postacıoğlu'nun anılarından Gazi'nin imtahan
odasına girdiğinde sınavdaki öğrencinin Bandırmalı Ahmet olduğunu öğreniyoruz.
Ardından Serbest Fırka'nın kurucusu Fethi Okyar'ın oğlu Osman (Okyar) sınav
odasına alınır. Sınavdan çıkan Osman Okyar'a Atatürk tarafından babasına selam
söylendiği öğrenciler arasında hızla yayılır ve büyük bir memnuniyet uyandırır.
Atatürk'ün Galatasaray Lisesi öğrencilerine yönelttiği bazı sorular şunlardır:
Atilla'nın Romalılar'la ilk harbi; Sevr muahedesiyle, Lozan muahedesi arasında
ne gibi farklar vardır?; Eti medeniyeti; Devletçiliğin ve fertçiliğin
mukayesesi; Şimendifer siyasetimiz; Malazgirt Meydan Muharebesi; Din ve laiklik
üzerine sorular; İspanya yarımadası; Mudanya Mütarekesi; Bizanslılarla Türklerin
ilk temasları; Referandum ve halk oylaması vb. Sınavlar gecenin ilerleyen
saatlerine kadar sürmüş ve Atatürk Galatasaray Lisesi'nden memnun kalarak
ayrılmıştır. Dönemin okul müdürü olan Tevfik Ararat o günün izlenimlerini şu
sözlerle anlatır:
"1 Temmuz 1933, Galatasaray Lisesi'nin yaşadığı en
büyük gündür; o gün Gazi Hazretleri, müessemizde beş saat bir çeyrek saat
kalmışlar, ve birinci devre Tarih-Coğrafya-Yurtbilgisi mezuniyet imtahanlarına
giren talebemizden dokuzunu imtahan etmek lütfunda bulunmuşlardır. Galatasaray
Lisesi, bundan sonra, o unutulmaz günü her sene anmak ve tekrar yaşamak için
aynı devrenin aynı imtihanlarını daima aynı güne
koyacaktır."
|
|
|
 |
|
|
|
|